29 Nisan 2010 Perşembe

Gelenek Devam Ediyor.



Şampiyonlar ligini bu güne kadar 2 kez üst üste kazanan takım çıkmadı organizasyon "Şampiyonlar Ligi" adını aldıktan sonra. Geçen yıl Manchester United çok yaklaştıysa da bir takım çevreler tarafından "uzay futbolu" oynadığı iddia edilen Barcelona izin vermedi. O Barcelona'yı gören herkes bu geleneği bozacağından emindi. Karşılarına Morinho ve İnter çıkana kadar.

100.000 kişinin önünde 28. dk. dan itibaren 10 kişiyle Barcelona'ya öyle bir direndiler ki, bizim tabirimizle "Çanakkale Geçilmez"i oynadılar. (Bu arada, ilk maçta Puyol'un atılmasını, Motta'yı benzer bir şekilde atarak haksızlığı telafi ettiler adeta bir bakıma.) Öyle bir taktik savaşı vardı ki, sanki Kasparov ardı ardına satranç hamleleri yapıyordu. Eto'o yeri geldi sol beke döndü Milito sağa. Biz bazen yeterli oyuncu olmadığı zaman büyük sahada oynamak zor oluyor diye tek kale maç yaparız kendi aramızda. Dün 1 kişi eksikti ama 28. dk. itibaren tek kale maç izledik. Valdes ikinci yarı adeta orta alanda stoper oynuyordu.

Pigue'nin attığı gol, bir defans oyuncusundan beklenmeyecek kadar soğukkanlı ve akıllı bir şekilde atılmış bir gol. Bu golden sonra "acaba" dedim ama beni yanıltmadı İnter.

Guardiola'ya bakışlar hafiften değişmeye başladı, üst düzey maçları oynamaya alışmış başta Henry olmak üzere bir çok oyuncusu varken, iki genç ismi sahaya sürmesi pek mantıklı gelmedi bana. Ayrıca İnter defansıyla tek başına savaşan İbrahimoviç'in yanına bir forvet daha alıp çift forvete dönmek yerine, nerdeyse 1.60 m. boyundaki Bojan'ı sürmesi ilginçti. Gerçi en önemli atakta Bojan'dan geldi ama ikili forvetle oynasalar sonuç daha farklı olabilirdi.

Barcelona işi biraz abarttı yarı finale gelince. Bizim karşı yakalıların 100 küsur yılda bir çeyrek finale çıkınca mütavazilik yapıp başarılarına sevinmek yerine, Moskova'daki finalde hangi kaleyi seçeceklerini düşünüp taraftarlarına final bileti dağıtmalarına benzedi durumları.

Daha finale çıkmadan, Barnebau'daki finalde "Real Madrid'in soyunma odasını isteriz." demeleri, Real'in şampiyonluk kutladığı meydandan kamp kurup, şimdiden neler yapacaklarının organizasyonuna girmeleri pahalıya mâl oldu aynı karşı yakanın garipleri gibi.

Maçtan sonra Morinho'nun tribün şovu görülmeye değerdi. Sanki "siz hepiniz, bir de ben" der gibi bir hâli vardı. Tv'yi açıp o anı görenler Morinho'yu San Siro'da sanabilirler, o kadar kişinin önünde tribün şov yaptı. (Böyle bir şov da yıllar önce Graeme Souness yapmıştı karşı yakanın sahasına bayrak dikerek. Hey gidi günler...) Bu gövde gösterisine Valdes başta olmak üzere Barcelona'lı oyuncular ve yönetim daha fazla katlanamadı ve kendilerine "hiç yakışmayacak" bir davranışta bulunup fıskiyeleri açtılar. (Hakem sayesinde Chelsea'ı deplasmanda geçtikleri maçta yaptıkları sevinç gösterilerini ne çabuk unuttular?) Bu yakışıksız davranış bile gölgeleyemedi sevinç gösterilerini. Yalnız bu gösteri Morinho ve Barcelona'nın ilerleyen yıllarda biraraya gelme ihtimalini sıfırlardı. Yavaş yavaş Real kapıları açılıyor Morinho'ya. Önümüzdeki yıllarda Morinho için M.United ve R.Madrid tekrar karşı karşıya kalabilir.


Son sözüm İlker Yasin'e: Barcelona sevdasından dolayı her Barça maçında onun sesini duyuyoruz malesef. Her cümlesinden buram buram fanatiklik kokuyor. Oyuncu isimlerini uydurması da cabası. Xavi'ye, kadroda bile olmayan İniesta dediğini 90. dk. da farketti. Bojan'a Keita dediği anda ise artık söylenecek kelime kalmadı. İlker Bey, siz sadece spor müdürü olarak görevinizi yapmaya devam edin.
Maç anlatma işini diğerleri yapsın mümkünse. Gerçi diğerlerinde de iş yok o da ayrı konu.

Hiç yorum yok: