Porto-Arsenal maçını izlerken türlü düşünceler geldi aklıma. Acaba Porto mu çok iyi oynuyordu yoksa Arsenal mi kötüydü? Sahadaki mücadeleye bakınca bir takımı iyi, diğer takımı kötü olarak nitelendirmek mutlaka birine haksızlık yapmak demek sanki. Porto inanılmaz mücadele etti 90 dk. boyunca. Yeri geldi, Arsenal'in takır takır pas yapan genç yeteneklerine top göstermediler. Hele Hulk var ki, sanki hayal kahramanı çizgi yeşil dev sahaya fırlamış o mücadele ediyordu Porto forması altında.
Yalnız benim anlamadığım bir nokta var. Böyle bir futbol oynayan Porto, kendi liginde; Avrupa Ligi'nde bile tutunmakta zorluk çeken Benfica'nın 9 puan arkasında nasıl kaldı. Kendi liginde böyle futbol oynamıyorlar mı bu adamlar?
Arsenal'e gelince...
Arsen Wenger, âdeta gençler için yetiştirme yurdu müdürü gibi oldu. O kadar genç yetenek bulup futbol dünyasına sundu ki, burda isimlerini yazmak herkes için zaman kaybı demek. Şimdi maçlara çıkan kadronun hepsi ayrı bir yetenek, sezon başı kamplarında ve hazırlık maçlarında oynayan alt yapıda bulunan gençleri saymıyorum bile. Takımın yaş ortalaması 23.5. Aralarında en yaşlı S. Campell var ki o da zaten 6 aylık bir süre için geldi. Akıbeti belli değil. Onu değerlendirmeye almazsak 1980 ve altında doğumlu 3-4 oyuncu var. Bu isimlerinde ilk 11 de birarada oynadıkları maçların sayısı bir elin parmakları kadar yok nerdeyse.
Böyle genç yetenekleri saha içinde çekip çevirecek, nerde-nasıl oynaması gerektiğini anlatacak bir "abi"ye ihtiyaç var.
Şampiyonlar liginde final oynayan Arsenal kadrosundan aynı formayla günümüze ulaşabilen tek tük isim var. Pires'ler, Henry'ler, Toure'ler, Lehmann'lar, Hleb'ler tarih oldu gitti. Hleb'in Arsenal'den ayrıldıktan sonra: "Henry ve Pires gittikten sonra takımda bazı şeyler kayboldu, en iyi çözümün artık ayrılmak olduğunu anladım." demesi içerden birinin her şeyi özetlemesi bir bakıma.
Milan, elindeki yıldızları göndermeye ya da jübile yapmaya kıyamayıp takımın yaş ortalamasını 30 küsurlardan, her yıl daha yukarılara taşırken Arsenal tamamen aksi yönde ilerleyerek yaş ortalamasını her geçen yıl 20'ye yaklaştırıyor. Birbirlerinin tam tersi iki yapılanmaya sahip iki güzide kulüp. Ya aralarında kardeş kulüp anlaşmaları yapıp oyuncu değiş tokuşu yapmalarını beklemenin hayalden öte bir düşünce olduğunu kabul edersek, sabır taşlarını çatlatmadan birinin takımı gençleştirmesini, diğerinin de olgunlaştırmasını beklemek.
Son sözümüzü de maçın adamı seçtiğimiz isme ayıralım: Martin Hansson'a. Dünya kupası elemelerinde Fransa-İrlanda maçında Henry'nin eliyle müdahalesini gözden kaçırarak bir ulusun kaderini etkileyen Martin yine formunun zirvesindeydi. (!) Campell'ın verdiği geri pası -maçın heyecanı mı desek, tecrübesizlik mi desek- Wenger'in yeteneklerinden kaleci Fabianski eliyle alınca, serbest vuruş verdi bizim Martin. Porto'lu oyuncuları topu durdurup hemen başlattı oyunu. Martin arkasını döndü baktı oyun başlamış. "Ben düdük çalmadan başlayamazsınız" demeden devam işareti verdi (aynı Beşiktaş maçında Tello'nun başlattığı gibi). Haliyle kaçınılmaz son gerçekleşti ve Porto galibiyet golünü gene Martin'in yönettiği, gene tartışmalı bir golle kazandı. Daha bir kaç ay önce bir ulusun kaderini değiştiren Martin Hansson aynı yolda ilerlemeye devam ediyor. Bakalım UEFA sessiz kalmaya ve güvenirliliğini yitirmeye daha ne kadar devam edecek...
1 yorum:
kalecinin hatası yapılacak hata değildi, yalnız çift vuruş olduğu için hakemin işaretini beklemek gerek biliyorum ama o kural değiştiyse bilemem.
Son olarak porto kendi sahasında zaten çok farklı oynayan bir takım. rakip sahada herkese yenilebilir hiç şaşırmam ama dragao'da yenemeyeceği takım yok gibi
Yorum Gönder