skip to main |
skip to sidebar
Shakira, Dünya Kupası'nda "Waka Waka" adlı şarkıyla gündeme tekrar yükselmiş kupadan sonra ortalardan kaybolmuştu.
Şimdi tekrar gündemde. Bu kez her hangi bir şarkıyla değil, özel hayatıyla.
Arjantin devlet başkanının oğluyla olan 10 yıllık birlikteliğini aylar önce sonlandıran Shakira, şu sıralar Barcelona defansının belkemiklerinden Gerard Pique ile beraber. Aralarındaki 7-8 yaşlık farka rağmen ilişkilerini göz önünde yaşamaktan çekinmeden, dolu dizgin devam ediyorlar.
Pique, Shakira'nın konserlerine gidebiliyor mu bilemiyoruz ama Shakira için durum böyle değil pek.
Shakira, Pique'nin her maçına gitmeye başladı. Özellikle İspanya'ya yerleştikten sonra. Real Madrid ile Barcelona arasında oynan Kral Kupası maçında da tribündeydi. Kaçan pozisyonlardan ve hakemin verdiği kararlardan sonra gösterdiği tepkilere bakılırsa Katalan'ların yengesi olmayı çoktan benimsemiş görünüyor.
Sizce de öyle değil mi?
Sebastian Vettel...
Formula 1 tarihinin en genç Dünya Şampiyonu ve parlayan yeni yıldızı. Almanların yeni Michael'ı.
Vettel'in künyesini ya da beklentilerini yazacaktım değilim ama son Çin yarışından önce yaşananlar hakkında biraz karalama yapacağım.
Vettel, Avustralya ve Malezya GP'lerinde hem polü hemde yarışı kazanınca, Çin GP'si öncesinde kendisine şu soru soruldu: "Michael Schummacher'in arka arkaya 7 yarış kazanma rekorunu kırabilecek misiniz?"
İdeolu olduğu, kendisine çocuk yaştan itibaren en büyük desteği veren (alttaki fotoğrafta da Schumacher'in, Vettel'i kazandığı bir yarış sonrası bizzat ilgilenirken görüyorsunuz)formula 1 dünyasının efsane ismi Schumacher hakkında böyle bir soru gelince ne cevap beklersiniz? "O'nun gibi birinin rekorunu kırmak benim için büyük bir onur, elimden geleni yapacağım. İsmimin onunla birlikte anılması bile başlı başına bir övünç kaynağıdır." vb. cümleler beklersiniz.
Peki Vettel'in cevabı ne oldu? "Sadece 7 yarış mı?"
Bu cevap, o güne kadar sempatik tavırlar sergileyen Vettel'in büyük bir imaj kaybına uğradığı andı. Daha düne kadar alçak gönüllü olan bu çocuğun kazandığı tesadüfi(*) şampiyonuluktan sonra birden böyle kibirli olması beklenilen bir durum değildi. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, Vettel bu cevabı verdiği yarışa pol pozisyonunda başlasa da daha ilk 5 metrede geçilince arka arkaya 7 yarış kazanma rekorunu kırma hayalleri gömüldü.
Vettel'in henüz ne kadar iyi bir pilot olduğunu öğrenemedik. Zira altındaki araç son iki yıldır en yakın rakiplerinden en az 1 saniye daha hızlı. (Bunun başlıca sebebi, baş tasarımcı A.Newey. Öyle bir tasarlamış ki adam aracı, azami sürat olarak 12. sıralarda yer alan takım en hızlı zamanı elde ediyor sürekli.) Elinde diğerleriyle aynı hızda olan bir araç olsunda görelim bakalım nasıl bir pilotmuş.
Vettel'de böyle bir araçta en önce geçip, kimseyle kapışmadan alıp başını gidiyor. Arkalara düştüğü anlarda ise henüz süper bir performans gösterip müthiş yükselişler yaptığını göremedik. Savunma ya da atak yarışları göremedik. Hep bir hata.... (Button'a bodoslama dalmaları, Güvenlik aracını sıkıştırmalar vb.)
Şampiyon, sadece sürekli yarış kazanmakla olmuyor Vettel'ciğim. Biraz da mütavazi olmasını, büyüğünü-küçüğünü saymasını, sevmesini bileceksin. Dün doğup, bugün ötmeye kalkarsan bir şekilde o sesi yuttururlar. Sen al altındaki arabanı sadece sür, konuşma mümkünse.
Sus da bir şey biliyor sansınlar....
(*)Tesadüfî diyorum, çünkü Vettel'in şampiyonluğu Ferrari'nin beceriksiz stratejisi ve Red Bull'un Vettel'i sene başından beri Weber'e oranla kollamaları. Yeni güncellemeler ilk önce Weber'e yapılsa, adamın aracından yeni ön kanadı alıp Vettel'in aracına takma gibi moral bozucu hadiseler olmasa Weber çoktan şampiyon olmuştu. Karşı takım Ferrari'nin beceriksiz ekibi de son yarışta, şampiyonluk şansı mucizelere kalmış olan Weber'e odaklanmak yerine Vettel'e odaklanıp ona göre bir strateji geliştirse; bu çocuk şimdi kendisini bugünlere getirenlerden biri olan bir efsaneye karşı böyle ukalaca konuşan bir şampiyon olmayacaktı.
Tüm çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun. Bizi okuyan kardeşlerimiz'in de bayramı kutlu olsun. Eğer yaşı küçük olup, bu güzel günde yazı yazmak isteyen kardeşlerimiz varsa, lütfen bizimle iletişime geçsin.
İletişim : sportifkeyif@gmail.com
TKBL finali ve olanlar hakkında yazmayı düşünmüyordum ama biraz önce aldığım haberler bu yazıya mecbur kıldı. Final serisine gelene kadar Fenerhahçe yönetiminin, -büyük bir talihsizlik sonucu ayrılmak zorunda kalan- Taurasi'yi en azından finallerde oynatmak için gösterdiği gayret boşa çıkınca diğer yerli transferler devreye girdi. (Yeni antrenör Turgay Demirel, Pivot Murat Biricik - Guard Serkan Emlek - Forvet Uğur Özen, PF. Recep Ankaralı vs.)
Taurasi ve dolaylı olarak Taylor'ın gitmesinden federasyonu sorumlu tutarak -daha maçlar oynanmadan- "şampiyonluğumuzu çaldınız" diye ortalığı ayağa kaldıraran Fenerbahçe yönetimi diyet olarak şampiyonluğu istedi, T.Demirel'de Aziz Yıldırım'ı kıramadı. Çünkü o koltuğa sayesinde çıktığını, bir olumsuz cevapta bir daha böyle bir imkanı bulamayacağını biliyor. O yüzden diğer bütün takımları bir tarafa bırakarak her denileni yapıyor. (Biz de buna binaen şöyle bir yazı yazmıştık daha önce: http://sportifkeyif.blogspot.com/2011/01/sen-kimin-federasyonusun.html)
Yazılarımızı yazarken tarafsız olmaya gayret ediyoruz, özen gösteriyoruz ama öyle bir uygulama var ki artık herkes bir tarafa, azınlık diğer tarafa geçince haliyle yazmadan olmuyor.
Final serisinin ilk maçında -son maça nazaran- daha az hakem hatası vardı. R.Ankaralı herkesçe bilinen biri artık, maçın kıyısından köşesinden ikram vermeden duramıyor. O maçta dişediş bir mücadele vardı, sonunda Fenerbahçe kazandı. 2. maçta Galasaray kazanınca baktılar ki bu iş ters gidiyor, diyet ödenmeyecek, çarklar dönmeye başladı.
Rakip takımdan habersiz 4 saat içinde 3 kez hakemler değiştirildi. Maç esnasında yapılan bariz hatalar es geçildi. Nevriye'nin Bahar'a çektiği elense görülmezken, Bahar'ın topa müdahalesi foul sayıldı.(ki bu müdahale sonucunda top doğrudan dışarıya çıktı.) Son sayıda biz basketbol severlerin "3 adım" olarak tabir ettiği pozisyona giren Anna, gaza gelip 5-6 adım atmasına rağmen topla yürüme verilmeyip basket faul verildi. Şimdi sıkı durun, Fenerbahçe'ye verilen faul sayısı 94(doksandört). Bir bilgi verelim, NBA Playoff'larında bile bir takıma bu kadar faul verilmedi. Buna karşılık Galatasaray'ın aldığı faul 35. Artık siz yapın değerlendirmeyi.
Bizim sözümüz, Fenerbahçe'nin galibiyetine değil bu galibiyette sahadaki oyunculardan çok masa başı adamlarının emeğinin geçmesine. Ahtapotlar çeksinler mikrop bulaşmış ellerini sporumuzun üzerinden Fenerbahçe'de bileğinin hakkıyla gelsin yensin Galatasaray'ı. Galatasaray'lılar da gider paşa paşa eder tebriklerini. Böyle bir şey olur mu diyebilirsiniz ama bir kaç bin kişilik Caferağa'daki holiganın ettiği küfürlere karşılık 10. küsur bin kişinin aynı şekilde davranmaması anlattıklarımızı destekleyen bir örnek.
Yalnız Aziz Yıldırım'ın hakkını vermek lazım. Adam hakikaten büyük yöneticiymiş. Bir adam tek başına bir kulüp ve en az 4-5 tane federasyon yönetiyor. Bugüne kadar bu kadar işlevsel bir başkan görmedi bu ülke. Vallahi helal olsun.
Başlıkta sormuştuk ya olmayan hapın değeri nedir diye? Yazılanlardan tam anlaşılmadıysa ufak bir cümleyle verelim cevabı. Olmayan 1 gr. hapın değeri milyonlarca insanı ve emeği hiçe sayarak, sayesinde sıcacık koltuklara oturdukları kişilerin emeklerine yağ sürmek. (Yalnız Ceyhan Bld.sini kimse hatırlamadı işin garip tarafı.)
Bitirmeden önce, Fenerbahçe'li oyuncuların kutlamalarda giydikleri tişörtte yazan yazıyı hatırlayalım. Ne yazıyordu: Her şeye Rağmen Şampiyon! Yazıyı iyi bulmuşlar aslında. Çok geniş anlamlar içerdiğinin farkında değiller sanırım. Yoksa uçlarının kendilerine dokunduğunu farkedip yazmazlardı.
Haa unutmadan bir bilgi vereyim: Bütün "şey"ler ayrı yazılır....
Mclaren takımı, Hugo Boss birlikteliğinin 30. yılı şerefine; hangi ülkede yarış varsa o ülkeye ait özellikler taşıyan tulumlar giyecek bu sene.
3 hafta sonraki Türkiye Gp'si için açılan tasarım yarışmasını resimde gördüğünüz tasarım kazandı. Hamilton ve Button, bu tulumlarla piste çıkacak İstanbul Park'ta.
Kazanan arkadaşı tebrik ederiz. Diğer tasarımları Mclaren'in resmi sitesinden inceleyebilirsiniz.
Orta Doğu'daki durumu az çok biliyorsunuz. Ülkelerini yıllardır yöneten krallar, prensler bir bir devriliyor. Pek Orta Doğu'daki kadar ses getirmese de tenis dünyasında da bir kral yavaş yavaş devriliyor.
Roger Federer, en çok grand slam kazanan, en çok grand slam finali, yarı finali, çeyrek finali oynayan adam. Dünyanın zirvesinde en uzun süre kalan adam.
O kralı yenen tek bir adam vardı, Rafael Nadal diye komşu kortun kralı. Nadal, kardeş kontenjanından olduğu için onun yenmeleri pek koymuyordu Ekselanslarına. Bu genç çocuk, ters elli, 7/24 enerji içeçeği içmiş gibi her topa koşan, olmadık yerlerden olmadık sayılar alan biriydi. Hepsinden önemlisi bu genç çocuk, Ekselanslarına kardeşi kadar yakındı. Yenilgilerin pek koymamasının sebebi de bunlar olabilirdi az çok. 100'lerce kişiden sadece kardeşine varsın yenilsin, o kadarından zarar gelmezdi.
Ancak zaman ilerledi, Ekselansları artık 30'lu yaşlara geldi. Edebiyata göre yolun yarısı 35'ti ama tenis dünyasında 30 yaş son basamağa son adımdı. Zirveye çıkanlar hep yeni bir hedef koyarlar kendilerine, "Şunu da yapayım bırakırım." diye düşünürler, o amaç için uğraşırlar durular ama bir de bakmışlar ki yaş kemale ermiş, vücut ve beyin daha fazlasına emir vermez duruma gelmiş. Eski krallar Sampras ve Agassi 30'larından sonra bir başarı için daha didindiklerinde 2-3 yıl geçti bu amaçlarına ulaşmaları için. Ama onların zamanında yeni yetmeler yoktu pek arada sırada saman alevi gibi parlayanlar vardı. O yüzden geç de olsa amaçlarına ulaştılar.
Peki Ekselanslarının zamanında kimler var? En önde Nadal, sonra Djokoviç, -en sağlam olduğu zaman kendisini yenen- Del Potro, arada bir parlayan çekirge Soderling, Murray, Roddick, Guiness rekortmeni Karloviç gibi isimler var karşısında. Bir zamanlar imkansız görülürdü Ekselanslarını yenmek. Öyle ki, J.Blake, Ekselanslarından bir oyun aldığı maç sonucunda "artık onun insan olduğuna inanıyorum" demişti. İş oralardan "Herkes yeniyor, ben neden yenemeyeyim?" durumuna geldi.
Federer galibiyeti görmemiş Djokoviç, üstüste Federer'i yener hale geldi. Çünkü kortta dolaşan bir ekselansları yok artık. Sahada onun kılığında dolaşan biri var. Önceden tenis dünyasının soytarıları fransızların bile moralini bozamadığı Federer artık kendisine en çok destek verenlerin yanında bile kendini toparlayamıyor. Formunun dibinde olduğu zamanlarda bile tribüne top yollamayan Ekselansları artık bunu gelenek haline getirdi. Kariyerinde Federer'e karşı oyun alamamış isimler maç alır oldular.
Uzun lafın kısası, Ekselansları tarihi tersten yazmaya başladı. Ben her ne kadar diğer taraftan olsam da böyle bir Federer'i görmek istemiyorum artık. Federer'in ölüsü bile yeter diyorduk ama öyle değilmiş işin aslı.
Ekselansları gel bizi dinle ha, biz tenisi ikinizle sevdik. Sen olmayınca büyük bir parça eksik olacak hep bunun farkındayız ama seni böyle görmektense bağrımıza taş basar hiç görmemeyi tercih ederiz. Sen yazdığın tarihle yetin daha fazla kötüye gitmeden. Yoksa bu gözyaşları sadece senden değil, milyonlarca sevenlerinden akacak....